Geleceği Eko-felaket Değil Ekotopya Olarak Hayal Etmek!

Mina Braun-The Red Bench
Mina BraunThe Red Bench 

Uzun bir aradan sonra ilk yazı, biraz uzun oldu 🙂 Geçtiğimiz haftalarda ekoköyler ağının yıllık konferansı vardı, ben sonunu yakalayabildim, gündemden biraz haberim oldu. Türkiye’den de birkaç kişi oradaydı ama bu katılım çok daha fazla olabilirdi, çünkü orada paylaşılmaya değer birçok oluşum var.  Dünyanın her yerinde, kentte ve kırsalda bir araya gelen topluluklar yeryüzünün geleceği için çok umut verici şeyler başarıyorlar. Türkiye de dahil. Bunların görünürlüğü, bilinirliği daha fazla olmalı, ama nedense biz bunları paylaşmak konusunda olumsuz gündemi paylaşmak kadar etkili ve hevesli olamıyoruz. Bu da “nasılsa hiçbir şey değişmeyecek” durumunu besliyor. Dünyada çevre kiriziyle ilgili genelde böyle bir yaklaşım var. Peki “başka bir yaşam mümkün” durumuna nasıl geçiş yapılacak?

Çevre krizi çağında olduğumuzu artık biliyoruz. Hala küresel ısınmanın bir varsayım olduğunu savunmaya çalışan bilim insanları, siyasi liderler ve çıkar grupları olsa da, yaşanan çevre felaketleri, iklim değişikliğinin etkilerini bire bir yaşayanların hikayeleri, acil önlemlerin alınması için çağrı yapan bilim insanları, 196 ülkenin temsilcilerini bir araya getiren 2015 Paris İklim Anlaşması (COP21) gibi uluslararası girişimler bu ‘varsayımcıları’ yalanlıyor.

Paris Anlaşması’nda belirlenen kriterler henüz hukuken zorunlu olmasa da, Türkiye dahil bazı ülkeler tarafından hala ulusal meclislerde onaylanmayı beklese de, veya çevre krizine katkısı en yüksek seviyelerde olan Amerika gibi bir ülke anlaşmadan geri çekilse de, gerekli önlemler alındığı takdirde hala krizin seyrini değiştirme şansımız olduğuna inanılıyor. Yetkilileri harekete geçirmek ve kriterlerin bir an önce uygulanmasını sağlamak için her ülkede toplumların yetkililer üzerinde baskı yaratması, burada sivil toplum kuruluşlarının ve yerel çevre hareketlerinin kışkırtıcı etkisi çok önemli.

Peki bu koşullarla ilgili daha fazla insanda farkındalık yaratmak nasıl mümkün? Hikayeler önemli! Küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle ilgili medyanın, sinema veya edebiyat gibi kültürel araçların yarattığı algı, hikayeleri oluşturuyor. Hikayeler insanların bugünkü sorunlara bakış açısını, geleceğe dair umutlarını şekillendiriyor.

Maalesef çevre ve iklim değişikliği ile ilgili çoğu hikaye insanlarda korkuyu beslemeye yönelik felaket senaryolarıyla dolu. Felaket korkusu bazen harekete geçirici olabilir ama insanın öncelikle umuda ihtiyacı var! Olumlu örnekler dinlemeye, görmeye ve düşlemeye ihtiyacı var.

Yani bize çevre kriziyle ilgili yeni bir dil, yeni hikayeler lazım. İşin güzel tarafı yeni hikayeler için kaynaklar mevcut. Halihazırda dünyanın her yerinde yeşeren umut verici örnekler var. Kazanılan çevre mücadeleleri, kentlerde ve kırsalda gelişen ekolojik topluluklar, bu toplulukların su kaynakları, toprak verimliliği, çorak araziler ve ormanlar üzerinde yarattıkları iyileştirici etkiler var. Bu olumlu örnekleri ne kadar dinliyor, okuyor ya da izleyebiliyoruz? Aslında bunlar, eko-felaketler yerine ekotopyalar hayal etmemizi sağlayacak olan yeni hikayelerin zengin kaynakları!

Yeni hikaye demişken, 40 yıldan uzun süredir var olan dünyanın en eski ekolojik köylerinden İskoçya’daki Findhorn ekoköyünde, tam da bu amaçla 2016 yılında Yeni Hikaye Zirvesi (New Story Summit) düzenlendi. 50 farklı ülkeden çevre aktivistlerinin, araştırmacıların ve fark yaratan isimlerin katıldığı zirvede ilham veren güncel örnekler, ihtiyaç duyulan bakış açısı ve eylem biçimleri tartışıldı. Bu zirvenin sonucunda Yeni Hikaye Filmi (New Story Film) adlı bir film de ortaya çıktı. Film ücretsiz olarak izlenebiliyor, henüz Türkçe altyazısı mevcut değil ama sanırım yakında olacak…

ecotopia 2121

Gelelim bana bu yazı için ilham veren bir habere… Tayland’daki Mahidol Üniversitesi’nde çevre alanında çalışan akademisyen Dr. Alan Marshall, umut verici gelecek tasvirlerine ihtiyacımız var diyerek öğrencilerine bir ödev veriyor; “2121 yılını bir ekotopya olarak hayal edin, doğayla uyumlu ve ekolojik farkındalığa öncelik verilerek tasarlanmış yaşam alanları düşünün” diyor! Bu ödev daha sonra büyük bir projeye dönüşüyor. Günümüzdeki 100 kent için öngörülen iklim değişikliğine bağlı riskler tespit ediliyor ve bunlara karşı alınabilecek önlemlere göre gelecekteki kentler tasarlanıyor. Sonuçta ortaya Ekotopya 2121: 100 Kent için Yeşil Ütopya Öngörüleri (Ecotopia 2121: A Vision for Our Future Green Utopia in 100 Cities) adlı bir kitap çıkıyor.

Kitapta, sel riskinin olduğu kentlerde yaşam alanlarının tepelere kurulması, hava kirliliği riski olan yerlerde bireylere her yıl 4 ağaç dikme zorunluluğu getirilmesi gibi öngörülerin yanında, özel araçların artık kullanılmadıkları için inşaat malzemesine, yolların da yeşil alana dönüştürülmesi gibi daha radikal çözümler de var! Bazı tasvirler fazla teknoloji yoğun olsa da yine de güzel bir çaba; 2121 ekotopyasında teknolojinin önceliği de ekosistemle uyumdur diye varsayalım.

Alan Marshall, 100 yıl içinde dünyadaki her kentin iklim krizinden etkileneceğini hatırlatıyor, kıyı yerleşimleri için deniz seviyesinin yükselmesi, yüksek yerleşim yerleri için su kaynaklarının azalması, çorak araziler için kuraklık, sıcaklık ve yangın artışı gibi riskler şimdiden öngörülüyor. Önemli olan bu risklere karşı nasıl yöntemler geliştirileceği. Her yerleşim yeri kendi dinamikleri ve ihtiyaçları doğrultusunda yaşam alanlarını yeniden tasarlarsa uzun vadede bu risklerin felakete dönüşmesi önlenebilir, burada yerel hareketlerin önemi bir kez daha öne çıkıyor.

Gelecek hakkında felaketler değil ekotopyalar üzerinden düşünmeye ihtiyacımız var. Bunu yapmaya, bugün yaşanılan kayıpları ve haksızlıkları konuşurken, kazanımları ve iyilikleri de unutmamakla başlayabiliriz, umut ve motivasyon bu dengede bir yerlerde…

Ekotopya demişken ilk aklıma gelen üç kitap, bir film ve bir de kışkırtıcı video önerisinde bulunacağım 🙂 Kitaplar sırasıyla iki roman Ekotopya ile Hiçbir Yerden Haberler, ve yaşayan ekotopyalar diyebileceğimiz ekoköyleri daha yakından tanımak için bir araştırma kitabı Ekoköyler: Sürdürülebilirliğin Yeni Ufukları.

demain film
Filmin söylemi: “Dünyanın her yerinde çözümler mevcut”

Film önerisi 2015 yapımı Demain (Yarın), dünyanın farklı yerlerinde iklim krizine karşı çözümler geliştiren insanların ve oluşumların umut veren hikayelerini aktarıyor. Kışkırtıcı video ise yazar ve aktivist, iklim değişikliğine karşı 100 somut çözüm önerisi sunan Project Drawdown adlı sivil girişimin kurucusu Paul Hawken’ın bir konuşmasından. Bunu aslında Türkçe’ye çevirmek lazım, bir ara yapmak istiyorum. Dünyada ekolojik hareketlerin nasıl dip dalgası gibi gelişip büyüdüğünü ve bunun öncelikle bir sosyal haklar mücadelesi olduğunu anlatıyor.

**İklim değişikliğiyle ilgili uluslararası gelişmelerden haberdar olmak için:

350turkiye.org

http://iklimagi.org

Yorum bırakın